Her meslekte olduğu gibi emeği olan işler kutsaldır ve bizi ayakta tutan yegâne tutunacağımız daldır işimiz.
Kimimiz doktor, kimimiz mühendis, kimimiz avukat, kimimiz ressam, kimimiz serbest meslek erbabı, kimimiz işçi, kimimiz sanatçıyız toplumumuzda. Anne ve babayız, ev kadınıyız çoğunlukla ve lakin çalışsak ta evin işlerini yüklenen ‘kadın insanlarız’ vesselam. Emekli olmayı başarabilenler için de “emekli oldun mu? ”sorusunu sorar dururuz.
Bazılarımız gazeteci. “İşte benim mesleğim bu” diyen onlarca arkadaşım var ve hepsine bin selam olsun buradan…
“Gazetecilik dur durak bilmeden çalışmak, özveriyle haberden habere koşturmak, gündemi takip etmek ve toplumsal olanı topluma olduğu gibi tarafsız bir biçimde yansıtmak” demektir.
1985-87 yıllarında genç ve tabiri caizse ‘çömez’ bir gazeteci adayı olaraktan muhabirlikle başladığım meslekten çok şey öğrendim, çok anı biriktirdim. Gazetecilik insan ilişkileri, toplumsal fayda ve toplumun haber alma özgürlüğünde toplumsal psikoloji ve sosyolojiyi kucaklayan yegâne olmazsa olmazıdır toplumun.
Dolayısıyla da yazdığım bir düzine kitap daha bir toplum realitesiyle harmanlandı ve beni siz, sizi ben yaptı.
Özne olmaya çalışanlara inat, egoyu törpüleyerek sevdik insanı.
Sanatçıyı sevdik, politikacıyı sevdik, marangozu sevdik, beyaz yakalısını, mavi yakalısını, sendikacısını; kısacası insana faydalı olmuş her insanı, bizim insanımızı sevdik… Çünkü her meslek kutsaldır, bizim aynamızdır. Psikolog ve kuramcı W. Alport’un savı gibi toplumun sosyal etkisi, toplum psikolojisini belirliyor.
Vaziyet nasıl?
“Hamdolsun” derdi eskiler.
Mütekabiliyetçi doğrulukta; akılcılık, doğruculuk pragmatist fayda vardır.
Fayda nedir?
Kime göre fayda?
Ben sen o ve biz fayda olgusunda; ekonomik re-feraha giden bir fayda olursa günümüzde mutlu olur muyuz?
Belki mutlu sanrısında mutlu zannederiz kendimizi. Belki de imkânlar dehlizinde mutsuz.
Görünen bu yüzde mutluluk anlayışımız değişti başka bir görünende. Mutlu toplumların en edilgen yanı bilgi ve sanayi toplumunun yanı sıra kültürlenmemiz, kültürleşmemiz farkındalıklarımızın artmasına neden olduğu gün ışığı gibi aşikâr ama ne kadar mutluyuz!
Anılara ve geçmişe bakarsak buradan pay çıkarabiliriz kendimize.
Elli yıl öncesinde evlerden su akmazken, sokak çeşmelerinden su ihtiyacı karşılarken daha mı mutluyduk? Gaz lambasında aydınlanırken, gün ışığını daha mı çok severdik?
Kömür sobasının çıtır çıtır yanan ateşinde iliğimiz kemiğimiz daha çok mu ısınırdı? Kestane daha mı çok yiyebilirdik?
O zamanlar doğalgaz faturası derdi yoktu, elektrik su derdi baştan dertsiz masa örtüsü gibi süslerdi umutlarımızı.
Günümüzde her türlü imkân bileşim çağında ve teknoloji adım attığımız her yerde. Özel binek otolarımız var ama trafik keşmekeş. Sular gürül gürül çeşmelerde, geceler karanlık değil ışıl ışıl… Ya yürekler, duygular ve yalnızlıklarımız sanal dünyadaki avuntularımız ne âlemde? Konu komşu, kapı önü muhabbetleri nerede?
Veresiye defterimiz eski bakkalların kapanışıyla kapandı, veresiyeler kredi kartlarında ödenmeyi bekliyor.
Bakkal defterine yazdırdığımız ev nevalelerini, “Aybaşında ödersin” derdi bakkal amcamız o zaman. Ödeyemezsen hesabı kesmezdi, surat asardı, uyarırdı ve idare ederdi bir dahaki aya kadar memurunu, emeklisini. Banka kartları öyle mi? Kredi kart borcunu ödedin ödedin, ödeyemezsen icralıksın.
Hoşgörü lafta. Hayat paraya, para hayata hükmediyor. Para kazanmak gitgide zorlaşıyor. Kredi ile yaşıyorsan vay haline. Banka kredi faizleri bütçeyi silip süpürüyor. Alım gücü zayıf, böyle olunca da vaziyet fena.
Açlıkta toklukta insan için ama kanaatkâr olan bir toplum olsak ne ala… Her bir şeyi en son trendiyle isteyenler hep bana rab bana diyenler, bencilliği huy ediniyor bu vaziyette.
Dahası saygısızlık yalancılık, önde olma isteği içinde bir dolu insan olunca önce hayret ediyor, sonrasında da kanıksıyorsunuz toplumdaki bu tipleri.
Neden? Vaziyetten.
Sen nasılsın: İyiyim şükür.
Ya da “İç güveysinden hallice” cevabı gelir hatır gönül sorunuzun karşılığına.
Sosyolog ve kuramcı Hobbes’in doğacılığından gelen öğretilere bakalım, bakmakla kalmayalım öğrenelim. Öğrendik mi? Mümkün görünmüyor görünen bu vaziyette!
“Önce insan” diyelim ve yeryüzünde yaşadığımız tüm canlılarla gül gibi geçinip gidelim şu fani dünyada.
Eskiler öyle yapıyorlardı, bağırıp çağırmakla edepsizlikle bir yere varılmayacağını yaşamları güçte olsa özümsemişlerdi çünkü. Toplumun büyük bir çoğunluğu birbirine saygılıydı. Küçük büyüğü, büyük küçüğü biliyor; saygılı davranıyordu insanlar birbirine.
Ya şimdi?
Parlamaya hazır insanlar, kavga arayanlar, sabır olgusundan habersizlerden mi olduk?
Kabak gibi görünen bu realite de vaziyet bu işte!
Ben anlatım, sen anladın biliyorum…
Mutfak vaziyeti var birde. Hatta en önemlisi: Soğan patates fiyatı, pahalılık var vaziyetimizde.
Kadının çalışma hayatında yatay ayrıştırma, dikey ayrıştırma sosyolojinin öğretilerinde. Gelgelelim kadın tencere kaynatma, evine katkı sağlama derdinde.
Yani, nasıl vaziyet?
Yani’si yahni yemeği değil, o yemek tuzluya mal oluyor artık. Etle soğanla yapılan yemeğin mis kokusu gelsin kendiyle birlikte mutfaklara.
Yani vaziyet nasıl mutfakta?
Onun için önce iş, sonra aş. İşin olmazsa aşın olmaz, aşın olmazsa ev mezar, hayat haram olur. Yaşarsın da yaşamın tatlı yönünü anlaya bilir misin? Uzun geceler boyu efkâr basar sana da bana da… İşte o vakit yaşamını sorgularsın, ‘yaşamak bu mu’ dersin.
Vaziyet nasıl ey usta ne diyorsun bu hususta?
Önce insana, sonra her canlıya yaşam hakkı olsun bu dünyada.
Olsun be güzel kardeşim…
Olur mu?
Bilemem ama bugün vaziyet bu.
YORUMLAR